Ne olmak istiyorsun? / Ne olmak istiyoruz?

25 Aralık 2018

Bana sorduklarında her zaman garson olmak istediğimi söylermişim. 4-5 yaşlarında en gözde oyunum garson taklidi yapmakmış. Bulduğum bir tepsiye çevremde ne bulursam doldurur, evde bulunanlara “Buyurun efendim!” diye dağıtırmışım. Ev halkı da beni kırmayıp tepsiden bir şeyleri alır teşekkür ederlermiş.

Neden mi? Bilmem. Ama biraz düşününce hatırlıyorum, çocukluğumda İstanbul’da Bebek ile Rumelihisarı arasında Aşiyan adında bir çay bahçesi vardı. Şimdi orada Tevfik Fikret Parkı bulunmaktadır. Biz Etiler’de otururduk. Babam Eminönü’de bulunan iş yerine her gün Bebek’ten vapur ile gider gelirdi. Akşamüzeri annem ağabeyimi ve beni alırdı, Bebek vapur iskelesine gider, babamın dönüşünü beklerdik. Babam vapurdan inince sahilden Rumeli Hisar’ına doğru ailece güle oynaya yürür, Aşiyan Çay Bahçesinde otururduk. Büyükler genellikle semaver ile çay isterler biz de gazoz içmeyi, dondurma, kağıt helva, mısır gibi o dönemde çocukların sevdikleri abur cubur yemeyi çok severdik. Garsonlar tepsiler dolusu güzel şeyleri getirdiğinde abim ile beni bir heyecan sarardı. Garsona bakardım onun kendinden emin verilen siparişleri itina ile servis edişini izlerdim. İşi bitince hemen gitmezdi. Herkesin gözlerinin içine tek tek bakar, başka bir ihtiyacımız olup olmadığını sorardı. Eksik bir şeyler kalmışsa üzüldüğünü hissettirerek “Hemen getiriyorum.” diyerek hızlıca hareket ederdi. Abim ile bana “Küçük beyler” ya da “Delikanlılar ne ister?” diye çok ciddi, saygılı bir şekilde sorar; söylediklerimizi çok dikkatli dinler, notlarını alırdı.

Çocuklarla konuşurken genellikle “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorarız. Aldığımız cevap hoşumuza giderse “Aferin, hadi bakalım… Çok çalış tamam mı…” gibi yüreklendirici sözler söyleriz. Eğer aldığımız cevaptan hoşlanmazsak “Nereden çıktı şimdi bu? Yok yok sen doktor olacaksın, mühendis olacaksın.” gibi cevaplar verir sonra da yanımızdaki yetişkin kişiye dönerek, “Çocuk işte, ne dediğini bilmiyor. Daha büyüyecek kaç kat boya yiyecek, fikri çok değişir.” diyerek çocuğun söylediğini pek ciddiye almayız.

“Ben garson olmak istiyorum.” dediğimde utandırıldığımı ya da desteklendiğimi hatırlamıyorum. Garson olmak ile ilgili sohbet açıp kendi hayalimi kendi içsel süreçlerimde olgunlaştırmam için uğraşan da olmadı, hatırlamıyorum. Kendiliğimden belirli bir süre sonra “Astronot olmak istiyorum.” demeye başladım. Garsonluktan astronotluğa geçişime şaşıranlar olsa da bence nedeni çok basitti… Dünya’dan Ay’a gönderilen astronotları canlı yayında görme şansım oldu. O dönemde herhalde astronot olmak isteyen sadece ben değildim. Böylece 4-5 yaşlarımdaki Garsonluk hayalim ergenlik dönemimde astronotluğa evrildi. Çevremdekiler sadece, beni canlarından çok seven aile üyelerimden oluşmuyordu bu dönemde. Acımasızca herkes ağzına geleni söylüyordu. “Saçmalama!” “Salak ne dediğinin farkında mısın?” “Sen kim astronot olmak kim!” artık diğer sözleri siz tamamlayın hepimiz aynı toplumda yaşadık benzer şekillerde düşündüklerimizden utandırıldık. Utanca boğulduk ama fark ettirmedik ne de olsa ortaokuldan liseye geçmiş delikanlı olmuştum.

Cağaloğlu yokuşunun başında bir kırtasiye vardı. Vitrinde yirmi santim boyunda bir motor maketi duruyordu. Gözlerime inanamadım, motorun içi görünüyordu. Şeffaftı içindeki tüm aksamın nasıl çalıştığını dışarıdan görebiliyordunuz, karar verdim “Makine mühendisi” olacaktım. Çok istedim. Şimdi düşünüyorum da sadece çok istemişim başka da bir şey yapmamışım. O dönemlerde okullarımızda rehber öğretmenlerimiz yoktu. Final Dergisi Dershaneleri de yoktu… :-)

Lisede gönlümdeki mesleği bulmama, bu mesleği tanımama yardım eden ve ilgili üniversiteyi kazanabilmem için sınava nasıl hazırlanabileceğim konusunda yol gösteren öğretmenler ne önemliymiş… Lise öğretmenleri de kendimi keşfetmem için ne kadar önemliymiş…

9 adet pirinç yutup sınava girdiğimi hatırlıyorum. Kazanamadım… Pirinç yutarak makine mühendisi olunamıyormuş, öğrendim… Emek vermeden olmuyormuş…

Sonraki yıl her gün İngilizce eğitimi aldım. O yıl, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Diller Filolojisi Bölümünü kazandım. Sadece bir yeri kazanmak için sınava girdiğimi iki sene sonra öğrendim… Sevmeyince olmuyormuş…

Denizaltı subayı olan Ayhan dayım “Oğlum bak sen eski Yunanca, Latinceden hoşlanmıyorsun, izcilik, doğa sporları, halk oyunları, havacılık, su sporları gibi ıvır zıvır işlerden hoşlanıyorsun. Tam sana göre bir okul var Anadoluhisarı’nda… Bunlardan Türkiye’de 3 tane var, Spor Akademisi diyorlar, sen oraya git iyi gelir sana…” demeseydi ben kendimi bulamayacaktım… Yol gösteren olmayınca olmuyormuş…

Kimine göre ıvır zıvır işler, kimine göre ne kadar ilginç, heyecan verici, mutlu olduğum uğraşlar… Hobimi meslek edindim diyebilmek… Gönlünün muradını her an yeniden keşfetmedikçe olmuyormuş…

Bu yazıya başlarken niyetim aslında hayat hikayemi yazmak değildi. Konu nasıl buraya geldi…  Yok yok, yaşlılıkla da ilgisi yok. :-)

Konumuz “Öğrenme Yolculuğu”.

Her birimiz çocukluğumuzdan, gençliğimizden ya da kısaca kendi geçmişimizden getirdiğimiz yaşam deneyimlerimizin bize verdiği derslerle doluyuz. Öğrenme yolculuğumuz son nefesimize kadar devam edecek.

Varsayımlarımızın, düşüncelerimizin, bugünümüzü ve yarınımızı (hatta geçmişimizi), aldığımız kararları ve davranışlarımızı etkilemesine “Düşünsel Modeller Disiplini”, kişisel bir vizyona sahip olmak ve buna ulaşmak için sürekli kendimizi geliştirme çabamıza “Kişisel Yetkinlik Disiplini” diyoruz. Peter Senge’ye göre: “Öğrenen Organizasyonların Beş Disiplini”nin ilk ikisini oluşturan bu disiplinler bireysel öğrenme engellerini aşmamıza katkı sağlar. Kendini keşfetme yolculuğunda diğerleriyle sağlıklı etkileşimlere hazır hâle gelen ve kendini gelişime adayan bireylerin oluşturduğu bir ekip hayal edelim. Diğer üç disiplin ilişkilerinde yer almıyorsa muhtemelen onlar için şöyle bahsedilecektir: “Birey olarak çok iyi insanlar ama sonuçlar onlardan beklediğimiz gibi olamıyor. Bir şeyler eksik… Süreçler önemli ama sonuç da almalıyız…” Eğer benzer cümleleri duyuyorsanız diğer üç disipline ihtiyaç duymaktasınız.

Ortak bir hedef; vizyon etrafında kenetlenmeye “Paylaşılan Vizyon Disiplini”, kişisel farklılıklarını takımı zenginleştirici ve güçlendirici unsur olarak kabul ederek bireysel sonuçlardan çok daha fazlasını gerçekleştirmeye “Takım Halinde Öğrenme Disiplini” diyoruz. Bu iki disiplin ortak gelecek için birbirine bağlı hisseden, farklılıkları tehlike değil fırsat olarak gören, iş birliği yapabilme becerisine sahip etkili ekip çalışmasına zemin hazırlar. Ekip üyeleri birbirini önemser, saygı sevgi içinde görmekten mutluluk duyar hâle gelir. Daha önce işkenceye dönen toplantılar artık yorgunluğumuzu unuttuğumuz hatta enerji dolduğumuz güven atmosferinde akışı yakaladığımız verimli, etkili süreçlere dönmüştür.

Dört disiplin yaşamımızda gerçekten yer almaya başladığında organizasyonel değişim dönüşüm başlamıştır. Doğru yolda ilerlemek ve sonuç almak 5. disiplin ile ilgilidir.

Resmin bütününü görebilmek, yan etkisi yüksek çabuk çözümler yerine kök nedenlere ve kaldıraç gücü yüksek aksiyonlara odaklanmaya “Sistem Düşüncesi Disiplini” diyoruz. Peter M. Senge’nin “5. Disiplin” kitabına ismini veren bu disiplin ile önceki dört disiplini bir araya getirerek ortak iş yapış kültürüne dönüştüren insanlar hem süreç hem de sonuç alan etkili ekiplere dönerler. Beş disiplinin yaşadığı ekiplerde sonuçlar bir seferlik değildir. Sürdürülebilir iş süreçleri ile devamlılığı sağlanır.

Hem kendilerini hem de diğerlerini geliştirirken hedeflerine ulaşan öğrenen organizasyon ortamı sayesinde:

  1. Somut sonuçlar elde edilir.
  2. Geleceğin yöneticileri yetişir.
  3. Öğrenme ortamı oluşur.
  4. İnsan ve değerler odaklı sürdürülebilir sistemler kurulur.

Evrim Çalkavur Durmuş, Öğrenen Organizasyon Yolculuğu isimli kitabında detaylı olarak bu konulara değinmiştir.

DANIŞMANA AİT SON PAYLAŞIMLAR